20 Aralık 2011 Salı

Lines

Solo atmaca:

Solo birşey anlatmaksa, birşey anlatmak tekrar içerir. Söylediğini ne kadar farklı şekilde tekrar edebilirsen, o kadar iyi anlatırsın. Politikacı gibi. Lafı evirip çevirip ona getirirsin.

İki tür solo vardır:

Dokusal solo. Akorları, parçanın renklerini duyurmaya yönelik, kesin melodiler içermeyen, daha çok bilgi bulutçukları atan solo. Bill Evans, Coltrane yada McCoy Tyner soloları gibi.

Line solo. Melodi içerir. Parçanın melodisine atıfta bulunabilir yada yepyeni melodiler çıkarabilir. Sonny Stitt, Monk, Wayne Shorter. Boşluk-doluluk oranı çok önemlidir. Boşluk oranı azalırsa dokusal soloya dönüşebilir. Oscar Peterson, Benny Green.

Çalışma güncesi

Günlük rutin:

- Teknik egzersiz
- Klasik parça
- Line
- Jazz repertuvarı + voicing
- Transcription/Composing

Teknik Egzersiz:

Franz Liszt'in teknik egzersizlerinden ilki. Parmak güçlendirmek için. Arpej ve gamlar, tüm klavye boyunca.

Klasik Parça:

Chopin Etude op. 10 no. 6

Line Çalışmaca:

Line nedir? Line bi çizgidir. Yok artık. Anlamlı bir solo, tekrar edilen şeylerden oluşur.

Tekrar çalışılmalı. Ufak melodicikler alıp, akor dönüşümleri üzerine oturturmalı.
Melodiciklerin varyasyonları denenmeli.

Cümle istenildiği gibi uzatılıp kısaltılabilmeli. Değişik ritimler üstüne oturtulabilmeli.

Kullanılacak aygıtlar: Diziler, triadlar, arpejler, kromatik yaklaşım notaları.

Jazz Repertuvarı/Voicing:

Parça öğrenmece. Bir parçayı alıp önce shell voicinglerle, sonra drop2'yla çalmaca. Sadece akor çalmaca belli strüktürlerde. (quartal, shell, triad over tritone, drop2 ne olursa). Sonra oturup gerçekten parça üzerine serbest takılmaca, riff ve groove üretmece.

Transcription/Composing:

Havasını sevdiğim bi parçayı alıp pasaj extract etmece. Ardından o havada bi parça yazmaya çalışmaca.

30 Kasım 2011 Çarşamba

Güneş yok

Güneş yok.

Bulutlar. Her gün bir sürü bulut.

Hava sanki bir çeşit deniz gibi, esen rüzgar akıntı. Yukarılarda bir yerde bulutlar vızır vızır farklı yönlere gidip duruyorlar.

Güneş yok. Bulanık bir leke var perdenin arkasında.

Renk mavi değil. Griye yakın. Alacalı bulacalı bile değil. Kirli bir gri sadece. Neredeyse bulutlarla aynı renk hava. Yada sadece bulutlardan oluşuyor. Sıkıcı.

Güneş yok. Onun yerine nereden geldiği belli olmayan bir ışık var etrafta. Soluk. Sessiz.

Sık sık yağmur yağıyor. Ufak ufak. Rahatsız etmeden geçebilir miyim şuradan diyen sakar biri gibi. Yanlışlıkla deli gibi ıslatmasını da biliyor adamı.

Bisiklet üzerindeyim sürekli. Okul, ev, süpermarket. Arada park. Çamaşırı, arada jamsession.

Rüzgar estiğinde bisikletin üstündeyken, akıntıya karşı kürek çeker gibi. Bir oraya bir buraya sallanan ağaçlar. Var olmayan sokak hayvanları. Sıkıcı bir şehir, güzel insanlar, pırıltılı ışıklar, makyaj insanlar.

Güneş bugün bir ara gözüktü. Ağlamalıklıydı. Özledim seni der gibi az katlı binaların ardından kafasını uzatmış. Gözlerini kısıp uzunca baktı. Sonra bulutlar...

Yine güneş yok.

Soluk herşey.



28 Kasım 2011 Pazartesi

Doğaçlama

Parça akar.

Akorlar.

Melodi.

Akorlar bir yeryüzüdür. Tepeler, dağlar, nehirler. Melodi oradan oraya giden bir adam.

Sonra o tepelerin dağların nehirlerin üzerine, kendi yolunu çizmeye çalışırsın.

Nereden nereye gittiğin bellidir senin kafanda. Dinleyen bilemez. Adeta gpsmişçesine ufak noktalar vardır kafanda, uğramak istediğin. Arasında kimi zaman ara sokakları kullanırsın, kimi zaman ana caddeyi. Bazen kafayı çizip pazarın içinden geçtiğin de olur. Koşarsın, volta atarsın, engelli koşu yaparsın, pahalı kahvenle jogging yaparsın.

Bazen de o tepelerin ardında da birşeyler olduğunu göstermek istersin sadece. Uçurumun kenarına gelirsin, düşmeden taklalar atar amuda kalkarsın. Düştüğün de olur. O zaman da nasıl düştüğünü anlatmaya çalışırsın. Ya da salak bir çocuk gibi aslında düşmedim demeye uğraşırsın.

Sonuçta bu yolculuk aynı yerde başlayıp yine aynı yerde biter. Anlattığın şey o kocaman peysajın nasıl bir yer olduğundan ibarettir. Ve senin orda nasıl dolaştığından.


27 Kasım 2011 Pazar

Müzik ne alaka?

Ne istediğimi, ne sevdiğimi anlamam ne kadar zor.

Kafamın içinde sürüyle ses. Birbirleriyle konuşup duruyorlar. Onlar kendi aralarında anlaşacaklar ki, bana söylesinler ne istediğimi. İşin kötüsü bu tartışmanın tamamına sürekli tanıklık etmek durumundayım. Özellikle de enstrumanımla beraber bir odaya kapanıp saatlerce çalışırken.

Neden burdayım? Ailem arkadaşlarım bildiğim tanıdığım heryerden bu kadar uzakta? Ailem arkadaşlarım bildiğim tanıdığım heryerden bu kadar uzakta olmak için mi sadece? Kafamdaki sesleri dinlemek için mi?

Gariptir. Her ne kadar kendi zihnimle yalnız kalmaktan bu kadar huzursuz olsam da, kafamdaki sesler o odaya kapanıp piyanonun başına geçince durulmaya başlıyorlar. O binlerce minik gıcık ses bir arada piyanodan çıkan sesleri dinlemeye başlıyor. Tabii o kadar kolay değil iş, hepsinin kendi fikileri var çıkan seslere ilişkin. Ama en azından aynı şeyle meşguller. Bir noktada bir birliktelik var.

Bu yüzden bayılıyorum müziğe. Müzik yapmaya. O kadar basit, o kadar net, o kadar yalın bir şey müzik. O kadar basit ki adamı düşünmekten deli eder. Saatlerce oturur ararsın doğru notayı doğru akoru, sonra gider başladığın o en uyduruk notaya dönersin. Güzeldir o nota çünkü. Anlamsızca ifadesizce güzeldir çünkü sadece. O şarkı, o parça o notayı o noktada o saniyede istiyordur. O kafamdaki etkiyi yaratabilsin diye. Günlerce kafa yorarsın temasını yazdığın parçaya bir "B" yazmak için. Çıkmaz. Halbuki parçanın "B" ye de ihtiyacı yoktur. Herşey neyse odur, doğal olduğunca, samimi olduğunca güzeldir.

Hayatımı müzik yapar gibi yaşamak istiyorum. Basit, yalın, doğal, samimi. Herşeye tonlarca anlam yüklemeden, nesneleri olduğu gibi görerek. Nesneleri oldukları gibi severek. İnsanları oldukları gibi kabul ederek. Çok şey beklemeden. Basitliği olabildiğince içselleştirerek. Kolayca seni seviyorum diyebilerek geçen bir yaşam.


What is what?

Yoktan var etmek. Kafandaki belli belirsiz şeyleri canlandırmak. Saatlerce bir odaya kapanıp kendinle yalnız kalmak. Çalışmak. Çalıştıkça yalnızlaşmak. Çalıştıkça yaratmak.

Dakikaların tutarsız geçmesi. Bazen beş dakika bazen bir saat, aynı hissiyat. Bazen sekiz saat, yine aynı his. Öğrenmek. Ama ne öğrendiğini aslında bilmemek.

Müzik.

Anlık bilgi akışı. Cümle kurmak. Birşeyler söylemeye çalışmak.